BUZDAN SATIRLAR

 

BUZDAN SATIRLAR

Yaşlı gözleriyle etrafa bakarken yanı başında ki masasının üzerinde duran kitaba tekrar baktı. “Suç ve Ceza” sona yaklaşırken yeniden okumam gerekti diye düşünmüştü dün sabah. Akşama kadar yapacak hiçbir şeyi olmayan bir yaşlı bedendi sonuçta. Kitabı tekrar eline aldı dikkatle ciltli kabı inceledi genç bir delikanlıyken kitabı satın aldığı o günü sahaflar çarşısında ki ağacın altında nasıl hevesle okuduğunu kitabı hatırladı aradan geçen yarım asır artık çok farklı bakıyordu dünyaya. Etrafına göz gezdirdi. Ayağa kalkıp kütüphaneye doğru yürüdü oradan ayrılmasıyla yerinde boşluk bırakan kitabı yavaşça yerine koydu.

Elini kütüphanede biriktirdiği anıların arasında gezdirdi. Her bir kitap bir anıyı temsil ediyordu onun için. Sürekli kitap okuyan insanlara bakanlar kitaplar için okuduklarını sanırlar. İnsan kitaplara anı saklamayı sevdiğini yıllar sonra anlar. Yıllar geçtikçe insan yavaşlıyor, kitaplar uzun uzadıya kendilerini ve anlamlarını yitirirken “Suç ve Ceza”dan geriye sahaflar çarşında ağaç altında bir gün kalıyor. Kitapları bu yüzden saklıyor insan. Okunan cümleler buharlaşıp giderken sadece o ciltlere işlemiş anılar kalıyor.

Masasına oturdu beyaz kağıtlara bakarken yıllarca yazdığı şeyleri düşünüyordu. Yazmanın en zor kısmı, o beyaz kağıdın karanlık bir fırçayla kirlenmesini izlemekti onun için. Eline aldığı kalem hayatın kendisiydi karanlık zifiri ve kötü. Beyaz kağıt yeni doğmuş bir bebek hayatla buluşan bir bebek kötülüklerin karanlığın onda bıraktığı izlerle anlam buluyordu. İnsanın anlam arayışının beyazlarda olmasını mutlulukta olmasını anlamıyordu. Çünkü ona göre gerçek anlam acıydı. Hayatın kendisi en siyah kalem kadar karanlıktı o kalem size anlam katan şeydi.

Ayağa kalktı aynanın başında yaşlanmamış, hayatın iz bırakmadığı tek şeye gözlerine bakıyordu. Yıllar önce o ağacın altında oturan gözlerle aynıydı. Aynı bakan gözler, farklı şeyler görür yaşlandıkça. Gözler yıllar geçtikçe değil ağladıkça yaşlanıyordu. Az ağlayan insanların gözlerine iyi bakın onlar ne kadar yaşlanmış olurlarsa olsunlar bir çocuğun gözlerine sahiptirler.

Son günleri olduğunu bilen bir insan kendini acıya teslim eder. Çünkü insanın hayatında ki en büyük acı, bilinmezliktir. Ölümün ne getireceğini bilmemek.  Tekrar masaya oturdu. Masanın üzerinde ki eski fotoğrafa baktı. Bu hayattan ayrılma sırası ona gelmişti. Önce karısı, sonra arkadaşları ayrılmıştı onun yanından. Hiçbiri için üzülmemişti. Duygusuzluğundan değil, acı çekmek istemesinden. Yıllar ona tek şey öğretmişti. Üzülmek acıların iyileşme sancısıdır. Acı versin istiyordu ölümler. Hayatı boyunca hep acı çekti üzülmediği her şey için. Unutmak isteseydim ardınızdan ağıt yakardım demişti cenazede.

Ölüme inanmıyordu. Ölüm insanları ayıramayacak kadar yakındır diyordu. Çünkü her ölüm erken ölümdür. Öylesine yakındır, öylesine acı verendir. Kalemi eline aldı. Uzunca bir mektup yazdı. Hayata veda ediyordu, son uykuya yaklaşırken. Mektubu bitirdi, imzaladı, Masanın üzerine mektubu bırakıp kütüphaneye yaklaştı Maksim Gorki’nin Arkadaş kitabını çıkardı işaretli sayfayı açtı yüksek sesle okudu; ”Ölüm diye bilinen esrarengiz, her şeyi mahveden nesne, sanki bu sarhoş insanın karanlıktaki varlığından ve onun bitmez tükenmez mücadelesinden alınmışçasına bu korkunç işi bir an önce bitirmeye karar verdi.”.

Kitabı yavaşça yerine bıraktı. Yatağa uzandı, sonsuz bir acı duyuyordu. Bu acıya rağmen artık huzura kavuşacağını hissediyordu.

Comments

Post a Comment

Popular Posts