Arzulanmayan Gerçek

 



“Gözlerin görmediği bir hayat, tasvir edilebilir değildir.”

            Kader, insanın yaptığı yapacağı her şeyin mutlak irade olan Tanrının ilmi ile kuşatılmış olmasıymış. Kadere lanet etmek onu suçlamakta küfürmüş. Çok küçük bir çocukken babaannem dizine yatırır uzun uzun nasihatler verirdi. Bu sözleri de onun dizinde duymuş ve sormuştum. O zaman “benim seni göremeyeceğimi de biliyordu.” diye. Evet diye seslenmişti daha nahif bir sesle. Senin beni göremeyeceğini biliyordu. Bende sesin geldiği yöne doğru kaldırdığım başımla “neden buna izin verdi?” diye sitem ettim. Babaannemin yerinde başkası olsa yüksek ihtimalle bu sözümü “öyle denmez günah” diye karşılık verirdi. Ancak Babaannem bilge değil, kalbi güzel bir insandı. Bana hayatımın her anında kulaklarımda çınlayan şu sözlerle karşılık verdi. “Sen gözlerin görmediği için kızgınsın. Ben kulaklarım az işittiği, gözlerim az gördüğü ve dişlerim olmadığı için kızgınım. Sitem edebiliriz ona ancak o neden müdahale etmiyor? Biliyoruz ki insan yarım her yerimiz her an ağrıyor. Hissettiğimiz için sadece huzursuzuz koltukta oturup bir saat dursak bile tüm kaslarımız uyarı veriyor kalk artık yeter diye. İnsan huzursuzdur eğer huzurlu hatasız kusursuz olsaydık. Sen beni görseydin benim seni gördüğüm kadar, daha fazlasını isteyecektin belki annen kadar görmek isteyecektin. Ben senin kadar göremiyor olsam kendim kadar görmek için her şeyi verecektim. İnsanda böyle sanır başına gelen her bela her huzursuzlukta tanrı bunu neden düzeltmiyor? diye sorar. Tanrı onu düzelttiğinde daha fazlasını hep kusursuzu ister. Oysa insan kusursuz olsa hatasız olsa yaratılmış olmaya ihtiyaç ya da tasvir etme gerekliliği duyar mıydı? Biz yaratıldık. Hepimiz kusurlarla yaratıldık ki bu kusurlarda kusursuz olanı bulabilmek için.”

            Bu sözleri hayatım boyunca düşüncelerime ve davranışlarıma eşlik etti. Düşüncelerim, babaannemin düşüncelerinden saptı. Hatta en uçlarda gezdi. Ancak o gün dizinin dibinde oturduğum o nahif sesin bana söyledikleri, beni bir çocuk gibi değil yarım bir ruh gibi bir meleğin peygambere seslenmesi gibi yaptığı konuşma, beni hayatın içine, var olmaya çekti. O nahif ruhlu melek kadını geçen yaz kaybettim. Ölümünü benim için sadece kaybolan bir ses olarak düşünebilirsiniz. Ancak görmediğinizde birini, bir şeyleri ve dünyayı daha iyi anlıyorsunuz. Varlığı çok daha iyi hissetmeye başlıyorsunuz. Zihnim onun var olmadığına hala alışmadı. Hastayken ona kitaplar okurdum. Biz körlerde okuyabiliriz. Kabartmalı harflerle okuduğum ilk kitaba kadar ben de hiçbir zaman okuyamayacağımı düşünmüştüm. Ancak kitaplara bağlandım. İngilizce bile öğrendim. Okuyarak dinleyerek.  Öğrenmem için bol bol özel derslere ve eğitimlere ihtiyaç duydum. Sizin kadar şanslı olmadığımın farkındayım. Sizden çok daha zor öğrendim ve çok daha zor keşfettim birçok şeyi. Keşfetmem ne kadar zor olsa da başardım. Çünkü benim bir meleğim vardı. Babaannem hayatımın her aşamasında yanımdaydı. 30 yaşında güçlü bir kadın oldum. Bu hayatın her anında yanımda yardımcımdı. Maddi ve manevi. Bir koruyucu, bir yardımcı gibi tüm açıklarımı kapattı, tüm yanlışlarımı düzeltti. Sonra tıpkı bir gün benim yapacağım gibi ölümle; çok sevdiği ve hayatıyla arzuladığı yaratıcısına ulaştı.

            Öldüğü gün yüzünde hüzün yokmuş. Hemşireden bir teselli. Hep “az kaldı” diyordu. O da biliyor ve hissediyordu. Son günlerinde benim kadar az görür olmuştu. "Seni daha iyi anlıyorum" diyordu. Hayatım onunla geçmiş ancak ben onun tüm hayatına eşlik edememiştim. Bu bile bana hüzün veriyordu. Bir sabah kalkıp hastaneye giderken, yolda telefon geldi. Kaybettiğinde bu hayat onu, yanında elini tutuyor olmak isterdim. Doktorlar uykuda huzurla öldüğünü söyleyip beni telkin etmeye çalıştılar. Körler de ağlar. Gözlüklerimin altından yüzümü ıslatan yaşlarla hastane koridorunda kalakaldım. Sanki ben de ölmüştüm. Sanki beni de morga indirmişlerdi. Yanıma yaklaşan hemşire kolumdan tutup beni kaldırmak istedi. Tekerlekli sandalyeye oturmam için. “Ben öldüm morgdayım. Çok soğuk.” diyebildim.

            Bir sakinleştirici iğne üzerine uykuya daldım. Ertesi gün cenazede ben ve birkaç komşumuz ve babaannemin uzun yıllar arkadaşlık yaptığı birkaç düzine insan dışında  kimse yoktu. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Annem, babam ve dedem aynı kazada vefat etmişlerdi. Ben üçünü de hiç tanımamıştım. Şimdi tek başımaydım. Bugüne kadar gözlerim olan bir meleğim de yoktu artık. Bu satırları yazdığım sesli yazı sistemi gibi bir robotum artık. Kaybettiğim her şey gibi ben de soğuk ve yabancıyım bu dünyaya.

Comments

Post a Comment

Popular Posts