ZİFİR #1
“Gebze yönüne gitmekte olan tren
birinci perona varmaktadır.”
Aynı
yolculuğun yüzlerce defa tekrarlandığı bir dünyada, aynı hayatı yüzüncü defa
yaşıyor gibi hissediyorum. Her gün; aynı yer, aynı yolculuk. Kelimelerimin doğru yerde olduğuna inanıyorum.
Bu kelimeleri daha önce kullanmadığımı biliyorum. İhtiyaç duymamıştım şimdiye
dek düşünmeye. Yaşamaya o kadar çok vaktim varmış ki düşünmeye ihtiyaç
duymamışım sanki. Koşar adımlarla iniyorum yürüyen merdivenden. Merdivenin
sonuna ulaştığımda kapanan kapının sesini duyuyorum. Kaçan tren değil sanki
hayatım gibi geliyor. Bu trene tüm hayatımı, geleceğimi ve hayallerimi
yüklemişler. Ben hepsini bir siren sesi eşliğinde kaybetmişim sanki. Kafamı
kaldırıp bir sonraki trenin ne zaman geleceğine bakıyorum. On dakika sonra
gelecek olan tren, tüm geleceğimi tekrar bana getirebilir mi? Merak ediyorum. Zaman duruyor. Etrafımdaki
insan kalabalığını seyrediyorum. Amacı hayalleri ve umutları olan, ölüm trenini
yakalamak için her gün aynı merdivenden koşarak inen insanlar topluluğu. Tek
tek seçemiyorum onları. Nereye baksam aynı kişiyi görüyormuş gibi hissediyorum.
Ne yöne çevirsem kafamı aynı insana rastlıyorum. Etrafımdaki herkes benim gibi
mi? Herkes benim kadar düşünüyor mu karınca sürüsünden farksız olduğumuzu? Bu
treni beklemenin ne kadar amaçsız olduğunu kimse anlayamamış mı? Bu treni kaçırmak
hayatımı değiştirecek mi? Merak ediyorum. Geçmişten bir hikâyeye rastlıyorum
düşlerimin arasında.
Acının
isimsiz olduğu zamanlarda -düşmenin yaralanmanın ürkütücü olmadığı her gün
düşüp her gün yaralandığımız o küçüklük zamanlarında- zamanın ne kadar yavaş
geçtiğini anımsıyorum. Oysa şimdi fark ediyorum ki, zaman sadece insanların
uydurduğu düzmece bir birim. Diğer tüm birimler gibi zaman da orada olduğunu
bildiğimiz görünmez bir cisim. Kim bakarsa onun gözlerinin renginde görünen bir
ateş gibi yanıyor hayatımızı küle çevirirken. Kafamı kaldırıp saate bakıyorum.
Büyük beyaz saatin akrep ve yelkovanının arasında hayatımı görüyorum. Tüm
hayatım, akrep ve yelkovanın arasında akıp gidiyor. Yelkovan akrebe doğru her
adım attığında hayatım daha küçük bir açıya sıkışıp kalıyor. Yelkovan akreple
buluştuğunda bir gün bir başka yerde öleceğimi düşünüyorum. Kaybolan zaman geri
gelmemecesine yok oluyor. Amaçsızca harcanan anlar, tüm pişmanlıklar, hüzün ve
keder; nasıl elimden gittiğini düşünüyorum tüm o anların. Elimi kaldırıp göğe
ulaşmak istiyorum. Nerede olduğumu unutmak ve sadece hayatımın arka planında
çalan bir müzik olmak istiyorum. Söyleyin bana! Nasıl yaşanır müzik olmadan?
Yaşadığımı sanıyorum; bu treni bekleyen binlerce insanın sandığı gibi.
Yaşamak
ne demek? Her gün aynı işe gitmek, kendini bir şey yapıyor gibi hissetmek, aynı
insanlarla aynı sohbeti yapmak, hayatın ne kadar pahalı olduğundan bahsetmek, yine
aynı metro kalabalığının arasına karışmak ve eve gitmek. Televizyon izlerken
koltukta uyuya kalmak; yaşamak bu mu? Merak ediyorum.
Nerede kaldı yaşamak diye düşünüyorum? Bu hayat gerçekten
yaşandı mı? 30 senesi doldu ömrümün ama geriye dönüp bakınca ne kaldı?
Hayatımın son 10 senesi aynı metroyu bekleyerek, aynı işe giderek, aynı şeyleri
yaparak, aynı tatile sevinerek, aynı hükümeti eleştirerek, aynı insanları
severek ve aynı insanlardan nefret ederek geçip gitti. Şimdi on dakika sonra
gelecek bir treni beklerken aklımdan geçen şeyler ve yaşanmamış bir hayat.
Umutsuzca aynı şeyleri düşünen biri daha var mıdır? diye merak ediyorum. Sizler,
insanlar, duyun beni! Ben yaşamış olmak istiyorum. Beni duyun istiyorum. Kelimelerim
ulaşabildiği kadar uzağa ulaşsın; düşüncelerimin perdesi kalksın istiyorum. Tüm
bu hayatı yeniden yaşamak istiyorum. Üniversite yıllarında okuduğum o koca koca
felsefe kitaplarının kapaklarının ilk tam zamanlı işime girdiğim gün tekrar
açılmayacağını bilseydim asla o şirkete girmezdim. Kaçar giderdim. Şimdi son okuduğum
kitabı düşünüyorum. D&R dan aldığım bir kitaptı. Popüler kitaplar
reyonundan bir kitap, ismine bile bakmamış cafcaflı kapağını beğenmiştim.
Şirkette birkaç kişiyi daha okurken gördüğüm için almıştım aslında. Eskiden
merak ederdim kitapların ne anlattığını oysa şimdilerde kitap bile okumuyorum.
Sadece okur gibi yapıyorum. Yaşıyor gibi yaptığım gibi. Yeterince uzun süre rol
yaparsanız herkes onun gerçek olduğunu düşünmeye başlar. Hayatta yaşıyor gibi
hissettiren hiçbir şey bulamıyorum içimde. Tekrar kalabalığa bakıyorum içimde
geçen yüzlerce kelime varken uzaktan bakıldığında ne sessiz bir insan gibi
göründüğümü düşündüm. İnsanlar bana sürekli ne kadar sessiz bir insansın diye
sorarlarken içimde ne fırtınalar koptuğundan kimsenin haberi yok. Kimse
bilmiyor binlerce cümleyi virgülü noktası olmadan nasıl da sıraladığımı
içimden. Ben bile anlamadan aklımdan
geçip gidiyorlar. İçimde bir canavar var. İçimdeki nefret insanlara duyduğum
öfke dünyayı tek başıma yok etmeme yetecek kadar büyük. Akıp giden bu cümlelere
bir kova tutsam belki birkaçı kalır elimde diye düşünüyorum. Cümlelerimi
kimsenin anlamayacağını bildiğimdendir belki paylaşmak istemiyorum. Boş bir
satır gibiyim, kendimi insanlarla kirletmek istemiyorum. Amaçsızca yaşadığım
hayatın her anından pişman yaşıyorum. Ne
kadar doğru olduğunu herkes bilse de dile getirilmeyen doğrulardan bıktığımı
fark ediyorum. Tüm insanlığı sevdiğini söyleyecek kadar büyük bir kibre sahip
olmadığımı biliyorum. O kadar büyük yalanlar söyleyemem artık kendime. Daha
doğrusu artık hiç yalan söyleyemem kendime. Yalan söyleyebilme yeteneğimi
tamamen kaybettim. Ben kim olduğunu sadece cümlelerimin arasındaki virgüllerde
saklayan biriyim.
Etrafımdaki
insan kalabalığının arasından suretleri seçmek istercesine bakıyorum siyahlar
içinde genç bir adam görüyorum zihninden neler geçiyordur şimdi diye merakla
geçiriyorum içimden o sırada tren gürültülü bir biçimde yaklaşıyor perona bende
çan sesini duyan koyun sürüsü gibi akıyorum trenin ortalarına doğru. Tüm
düşündüklerim bir sonraki durağa kaldı.
''İnsanlar bana sürekli ne kadar sessiz bir insansın diye sorarlarken içimde ne fırtınalar koptuğundan kimsenin haberi yok.'' Derinlerde bir yerlere dokundu bu cümle:) Umarım yazmayı hiç bırakmazsın. Sevgiler..
ReplyDeleteElinize sağlık, oldukça akıcı bir yazıydı.
ReplyDeleteKaleminize sağlık, söz ve yorum becerisini kalemine aktarabilenler her zaman öndedir. Yazın, yazın hep yazın bırakmayın 🙏🌹
ReplyDeleteYazınızı gerçekten beğendim devam etmelisiniz :)
ReplyDelete