22 KASIM 2022
22.11.2022
Can
çekişmenin ne kadar acı verdiğini bilmiyorum ama yaşamanın ne kadar acı
verdiğini çok iyi biliyorum. Yaşamayla mücadele ederken kaçıp kaçıp bu sayfalara
gizleniyorum. Belki yazarken, sadece yazıyor olurken; bir iş, bir oluş olarak; yazmak
eylemi-kendimden ayrı bir şey demeden ona-benim hayatı unutmam için bir bahane
olarak duruyordur yerinde. Bir eylem bir kişi nasıl birbirinden ayrı
görülemeyecek bir form kazanabilir. Ben yazmak eyleminden ne derece sıyıramıyorsam
kendimi yazdıklarımda benden sıyrılıp bir eylemin sonucu olarak-burada bir eser-kalamıyorlar.
Ben
aydınlık olmaya çalıştıkça -sadece nefes alıyor olmak- beni bir karanlığa mahkûm
ediyor. Bugünün konusu acı, en büyük acı. Küçükken -bir çocuk olmadığım ama
adımın yanına katılmış bir sıfat gibi insanların benden önce onu gördükleri o
iğrenç çocukluğumdan bahsediyorum- en büyük acı büyümekti. Büyüyor olmak acı
veriyordu. Çok sonraları öğrendim büyümenin neden bu kadar acı verdiğini. Çünkü
büyümek hiç bitmeyen bir acıydı. Küçücük bir acı, sonsuza dek sürmeye başlayınca
ondan kurtulmak için ölmeyi bile göze alıyor insan. Acıdan kurtulmak için hep
daha ve daha büyük zevkler. Çünkü bir anlığına mahrum kalınca o acıyı unutturan
her şeyden, o kadar hızlı etki ediyor ki damarlarındaki kandan hızlıca beynine;
oradan da hayatın kendisi olan bilincine. Canlanıyor, uyanıyor; uykusunda
uyuyan dev. Ölümle kaynaşıyor o andan sonra insan.
Benim
de kendi zevklerimi tek tek kesip atmam, hayatta bana zevk veren her şeyi bir
çırpıda yırtıp atabilmiş olmam. Beni saf acıyla baş başa bıraktı. Öyle bir acı
ki bu ölümle bile arama girebilir. Ama ben bunu bu acıyla olan birlikteliğimi o
kadar uzattım ki artık hissetmiyorum bile varlığını, artık yaşıyor sayılmam
gibi. Çünkü hiçbir şey hissetmiyorum.
Bir
kere hissetmeye başlarsam, biliyorum onun ne kadar hızlı geri geldiğini. O acı geri
gelmesin diye hayatta o acıyı kapatacak unutturacak bir çözüm de olmadığından
sadece hissetmemek kalıyor çözüm olarak. Tek bir çözümü var. O da bu diyerek
kendimi kandırıyorum belki de. Bugün bir yerlerden koşup gelip yine bir
kitapçıya saldırdım yine tam bu yüzden. Sahaflara evimden fazla uğradığım bir
dönem sonuçta yaşamak zorundayım. Aynı anda kaç kitap okuduğumu bilmiyorum. Saymadım
ama son aldıklarımla 10 tane kitabı aynı anda okumaya çalışıyorum sanırım. Onlardan
sıkıldığım için değil sadece günde 200 sayfayı bulan okumalarımın aynı kitapla
boğmasını ruhumu istemediğimden. Neden bu kadar çok okumaya başladığımı itiraf
edemem sana cümlelerin altını çizip aldığım notların okumaya karşı olan
bağlılığımı daha da arttırdığının farkında olmama rağmen bir andan ölmeden
kitapların sayfalarını aralamak bir yandan da bu sayfaların arasında kalıp gitmek
istiyorum. Uzun bir cümle ve anlamıyla mücadele etmek için fazla ince oldu.
Farkındayım ama bir önemi de yok aslında.
Kitapların
benim için ne anlama geldiğine saygı duyabilecek insanların olduğunu biliyorum.
Kitaplarla boğuşurken sahaftan aldığım ilginç bir kitabı not düşmek istiyorum. Nietzsche’nin
deniz ışığı, kitabın adına mıhlandım ancak garip bir dili var. Harika bir
çevirisi var. Bu satırlarda bir anı bırakayım sana ondan, “Ama tanrı öldüyse
bile hüzün canlıdır.” ben de bugünü senin için şu cümlelerle noktalıyayım, “Ama
tanrı ölüyse de acı gerçektir.”.
Comments
Post a Comment