28 KASIM 2022


 

28.11.2022

Günlerden pazartesi sabahın en aydınlık saatinde uyumayı unutan bedenimin işkence çeker gibi yine düşüncelerle karşıladığı sabahta elim uyanır uyanmaz saate gitti. Oysa bu sabah alarmı 06.00’a kurmuştum. Uyuyacaktım. Bir gün olsun uykuyla olan ilişkimi bir saatlik uzatacaktım. Önceki gece uykuya dalmadan iki saat kıvrandım düşünmek denen lanetle. Düşünmek, düşünmek…

Psikologlar benim bu durumuma “aşırı düşünme” diyorlar. Aşırı düşünmek ve düşünmek… “Söylesene nasıl unutulur düşünmek.” Alıntılar ölmüş bir kişinin ruhunu yaşatıyor yine, Shakespeare’in alıntısını yapmak bugüne bir anlam katacağı düşüncesinden uzakça yapılmış bir eylem. Sadece konu gereği değinildi. Peki benim sorunum ne düşünmek. Düşünmekten kaçabilir miyim? Şimdi sizinle düşünelim… Pardon efendim bu hiç komik değil. Sen sus ahmak! Evet devam edelim.

Düşünmeyle kurduğum bağ, bilincimi kendi yarattığım ikinci bir kişilik olarak görmeme, kimi zaman çoklu kişilik bozukluğu tanısına uyan tavırlarıma sebep oluyor. Efendim ben bir aydınım, aydın değil o aydınlık ışık açık sonuçta. Hayır efendim öyle değil. Ya nasıl? Ben bir entelektüelim. “Entel mi? Senden olsa olsa saman sarısı olur.”

Şimdi uzaklaş buradan, yazarken yazdıklarından. Seni yazmaya iten içindeki o sese bir başka adam gözüyle bakma sakın. Geç bilgisayarın karşısına ve sadece klavyenin üzerinde duran harflere bak! Harflerin gözünün önünde nasıl yanıp söndüklerini göreceksin. Sen sadece yanan harfe bas yeter göreceksin nasıl yazılır en güzel şiirler.

.

.

.

Umberto Eco ekolünden misin?

Yoksa bilmediğin insanlar ekolünden mi?

İlla birinden olmalısın söyle kim yaptı seni böyle!

Oğuz Atay mı? Yaşar Kemal mi?

Ne! İnce Memed’i okumadın mı?

Yazıklar olsun sana!

Tüm kitaplığını yak sonra,

Üzerine benzin dök kendini yak

.

.

.

Bugün umutlarla savaşıyorum. Umut etmek istemiyorum. İnsan olarak umutla yaşıyorum da sanırım ben umudu pek sevmiyorum. Sürekli daha çok isteyen sürekli daha fazlasına hayal kuran bir yaratık gibi insanın ruhunu yiyor umut. Şimdi umudu kötülediğim için kendimi daha iyi hissediyorum. Biraz edebiyattan uzaklaşmanın verdiği bir garip sancıyla kendimi günün anlam ve önemini yapmak üzere sahneye davet ediyorum.

Saygıdeğer kendim, sayın aklım ve sevgili kalbim…

Sizin huzurunuzda kendime verdiğim ve tutamadığım her sözü üçünüzün lanet kavgasının sebep olduğunu belirtmek isterim. Birbirine bağlanmış havada savrulup duran tahmin edilemez toplar gibisiniz. Beni yormaktan başka da bir işe yaradığınız yok.

Saygılar Furkan

            .

            .

            .

            Bu da biraz mektup gibi oldu sanki. Haklısın itiraf etmek istemesem de kendimle olan bu uzun uzun sohbetlerden çok zevk alıyorum. Artık bu günlüğün 8. gününde yazmaya olan bağlılığımın daha da kuvvetlendiğini hissediyorum. Uzunca bir zaman kendimle arama koyduğum bu savaşı kaybetmediğimi hissettiriyor bana. Bu yazdıklarımı kaç zaman sonra ben okuyacağım okuyan ve bu satırları paylaştığım herkes benim hakkımda ne düşünecek merak ediyorum zamanlar. Sonu gelmeyen cümleler tomarı içine birazcık ot kattım kafanız güzel olduysa korkmayın.

            Üzüm üzüme baka baka kararıyor. Benim yazdıklarımda yazdıklarıma baka baka kararıp beni içten içe bir hastalık gibi ele geçiriyor. Şanslıyız. Uzun bir hayat yaşayabilecek olmanın umuduyla büyüdüğümüz için. Bizlerin yıllar sonrasına bile hayali var. 30 da böyle olsam, 40 da şöyle…

            Ya sonra yani ölünce…

 

            Saflık güvenli bir alandır. Geleceği düşünmek zeki insanların kendi alanlarını genişletmek ve soylarını daha iyi sürdürmek için anlamaya çalıştıkları ikinci bir sarmaldır yaşamla paralel büyü büyür budaklanır ve her yanını sarar yaşamanın.

            Bugün metroda bir çocuk gördüm. Elinde bir bardak dileniyordu. En temiz duygularla bakmayı unutuyorum çocuklara kısacık bir an oldu!

            Bu anı ünlemli cümlelerin sonunda yazabiliyorum bu satılara. Tüm yazdıklarım hepsi sadece bunu yazabilmek içindi. Çocuk yürüdü arkadan beline sardığı çocukla annesi gelirdi. Ben hariç herkesin elinde telefon vardı. Herkes bir yerlerde telefonla konuşuyor ya da onun yakınına koydukları ikinci bir iletişimi ya da sosyal medyanın çukurunda debeleniyordu. Çocuğun elinde bir mentos şeker kutusu vardı. Kutunun üzerinden tuşladı hayallerindeki arkadaşını ve mentos kutusunu götürdü kulağına. O an tüm dünya bir anlığına yok olsun istedim. Elindeki para çantasına aldığı paraların ne olduğunu bile anlamadan elindeki hayali telefonda hayali arkadaşıyla konuşurken devam etti yürümeye. Lütfen dedim! Tanrım lütfen! Benim değil onun dileğini kabul et! O telefon canlansın ve karşıdan tanrı seslensin istedim! Yolculuk bitti eve geldim. Öylece yaşamaya devam edeceğim. Yine rüyalar göreceğim gece uykumda. O çocuğun rüyasına girmek istedim. O çocuğu tüm dünya tanısın istedim. O çocuk hep çocuk kalsın. Hiç kirlenmesin istedim. Yıllar sonra odama bir mentos kutusu asacağım tam çalışma masamın arkasına öyküsü bütün bir hayat bu satırlarda kalsın.

Comments

  1. Sen sadece yanan harfe bas yeter göreceksin nasıl yazılır -en hüzünlü- günlükler. Mentos o çocuğun tutunduğu tek şeydi belki de o anlık, örnek alınacak çok şey var küçük insanlardan..

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular Posts