7 OCAK 2023

07.01.2022
    Güç bela uyanmaya başladım. Uykuların bir yerinde kendimi gizliyorum. Kusursuz bir cinayet işliyorum her gece. Kendi ruhumu öldürüyorum. Habersiz işlenen cinayet, her delil beni gösteriyor ben kendimi öldürüyorum. Herkes farklı bir yerde arıyor suçluyu. Elinde kanlı bıçakla bekleyen silüet benim. Ben katilim. 
     Suçluyu uzakta aramak yerine teslim olmalıyım. Madem kimse şüphelenmiyor, belki de bende kendimi öldürecek gücü görmediklerinden ama öldürüyorum her gece durmadan. Ne yazık ki kullandığım silah ya da beceriksizlik sabah olunca yine yaşam akıyor damarlarımdan. Yine bir gün daha yaşamam, gece olunca da yine damarımda akan tüm yaşamı boşaltmam gerekiyor. Benim aradığım anlamı yaratan kaçak bir adam uzaktan gelmiş, dil bilmiyor. Hiçbir dili bilmiyor.
    Uykunun mu uykusuzluğun mu daha güçlü olduğunu bilmiyorum. Birçoğu için vahşi bir cazibesi olan uykunun çekiciliğini canlandıran bir soruyken benim için her gece uyuyabilmek için kendini öldürmek zorunda kalan bana sadece bir cevap gibi geliyor. Uykusuzluk her savaştan galip geliyor. Uyuyamamak çoğu zaman kitapların sayfalarının arasında kayıp bir şehirde güzel bir tatil anlamı taşıyor. Ya da şanslı bir gündeysem güzel bir film. Dizi izlemeyi sevmiyorum. Bir hikayenin içinde yaşamayı onunla gelişmeyi sevemiyorum. Yani bitmemiş dizileri merak etmeyi sevmiyorum. Sonu gelmiş hikayeleri izlemeyi seviyorum. Romanları bu yuzden seviyorum. Her sey olağanüstü bir titizlikle kurulmuştur. Duyular sonuna kadar hazırdır.
     Suç ve ceza yazılmış en iyi romanlardan biridir. Suç ve Cezanın bu konu içinde örnek teşkil etmesinin yegâne nedeni belirsizlik mefhumunu en iyi onun gösteriyor oluşudur. Uykusuzluk ve uykunun ölüme olan çağrısını bir mercek titizliğinde gösterir her sayfası. Ben de aynı sayfalarda bir incil sayfasının altında yalvaran kendinden ve sevdiklerinden af dileyen aynı adamın bir atın ölümüne nasıl üzüldüğünü anımsıyorum. Nietzsche'nin ve Dostoyevski'nin aynı gerçeklikle yaratmaları rüyadan aynı anda uyandırıyor ikisinin ülkesinde, iki kitabın satırlarının arasında.
    Hakan Günday'ın AZ kitabını hala bitiremedim. Kitabın devamını okumaya öyle korkuyorum ki. Sayfaların arasında bir kabusa uyanmaktan irkiliyorum. Soyunun efendim, dökülüp açılın aynanın karşısında, sizler, sizler üçüncü dünyanın varları yok edeceksiniz tüm var olmuşları. Ölüm sıradan ve gelip giden. Nadir bir yaşam, yaşamı kutsal yapan hiçbir sey yok. Kutsal olan bir şey de yok. Kitabın satırlarına dönüyorum. Bir resim çiziyorum ve mahsur kaldığım sırça fanustan insanlığa gösteriyorum. Bakın! Bu ben kanlar içinde yatıyorum. Beni kurtarın! Kimse kurtarmıyor. Kimse anlamıyor. Içeride hava azalıyor.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Bir çiçek kırmızı
Adın
Silinse mecmuanın tamamı 
Memnunsun yeniden yaratacağına

Bir balon yeşil
Gökte
Umudunu saklayıp kavanoza açarsın kapağını
Doğrusun haklı olduğun herkesçe bilinsin istiyorsun

Bir etajer beyaz
Senin
Üzerinde umuda, aşka ve insana soven şiirler duruyor
Kaçmışsın evin aksi yönde koşuyorsun sanırım okumuşsun

Bir ağaç yeşil
Umudun
Selam verip girdiğin bahçenin içinde üç ağaç yan yana
Yorgunsun gözün ilişiyor ağaçlara verilmiş isimlere

Bir dut kuru
Vazgeçmişsin
Gidişinin sesini asyada ve Avrupa'dan duyanlar oldu.
Mazursun gidişinin depreminde yetim kalan hayallerden.


Yorumlar

Popüler Yayınlar