İntihar Güncesi
07.03.2023
Tüm
zamanların çırpınır tanrıları, acının yaratılışı, ölümün sırrını çözdüğüne
inananarak yola çıkan coğrafyacılar; karma hayatların kaderleridir.
“Unutmamak ve
unutulmamak için yazmalıyız.”
Bu
günce özerk etik algılarla başa çıkmak için yaratıldı. Yaratı insanlık tarihi
kadar eski olmak zorundalığını semer edindi. Üzerine kimin ağırlığını alacağını
düşünmeden-belki de düşünme yetisinin yokluğundan- yoluna devam ediyor. İntihar
güncesini, adımın ve sınıfların ağırlığıyla örtüyorum.
08.03.2023
Bucaksız
bir uca tutundum. Yer altımdan kaydı, gökteyim. Şeftali ağacından kiraz
topluyorum. Umutlarımı kara kaplı bir deftere yazıyorum. Aynı hataları tekrar
eden özlemleri sınıflandırmak suretiyle ve alay ederek yapıyorum. Madem hata
yapmakta bu kadar ısrarcıyım o halde son vermem gerekiyor, yaşama. Bırakın
beni. Ölülerin umutları ağır geliyor semere. Şiir okumak istemiyorum artık.
Geçmişin ruh şairlerinden kıskanmak istemiyorum kâğıdı. Bırakın beni.
Adıyaman’ın
en uzun sokağına giriyorum. Sokağın sonu görülmüyor. Arkam çıkmaz önüm çıkmaz.
Bu nasıl sokak sevgili ölüm. Adıyaman’ın en uzun sokağı çocuk ruhların sahası
olmuş. Ucu bucaksız kalmış, top oynuyorlar. Top bir ölüme, bir yaşama yuvarlanıyor.
Çocuklar siyah torbalarda taşınıyor. Ruhum bedenimden ayrılıyor. Gelin
çocuklar, benim bedenim boş. Benim bedenimi yaşam edinin kendinize.
Adıyaman’ın
en uzun sokağının adı değişmiş. Önceden uslu bir çocuk gibi dinlerdi üzerinde
devinimine devam eden tekerleri. İsyan ediyor artık. Gürültülü bir çığlık
atıyor. “Bıktım! Gidin buradan!” çığlığının sesini duyan cennet sakinleri
gelenleri bekliyor. Gelin dostlar.
Adıyaman’ın
en uzun sokağında ithal meyve ve sebzelerden bir dağ yapmışlar. Meyveler gökten
yere inmekte. Hiyerarşi Adem’den Havva’ya doğru alçalmakta. Meyvelerin de kralı
varmış. Gökler elinde tebeşir not alıyor. Her günün suçluları var kaldırım
taşlarının altında.
Adıyaman’ın
en uzun sokağına, tebeşirle yazıyorum bu satırları. Şunu unutma diyorum.
“Bulaşıcıdır bazı
kabuslar”
Ölümün
nasıl geleceğini biliyorum. Nasıl olacağını, kalbimin nasıl görevinden
olacağını, beynime ulaşamayan oksijenin nasıl dakikalar içinde tüm aktiviteleri
sona erdireceğini, nasıl gömüleceğini cesedimin, nasıl çürüyeceğini, nasıl ve
nasıl…
Bilmek,
bu sürecin en derin bilgisiyle kumar oynamak. Bir sonuç getirmiyor. Tükettiğim zamanın
dışında bir miras bırakamıyorum sadece ellerimi kaldırıp veda ediyorum. Ölümü
koklamanın dışında bir şey yapamıyorum. Organize bir kötülük hâkim oluyor sokak
lambalarına. Sokak lambaları yanmayı bırakıyor. Şehir karanlığa mahkûm.
“cezacı odalarda aşk
gibi çocuklar” doğuyor.
Benim
bilmediğim bir film. Hiç izlemedim.
Cezacı odalarından kaç torba çıkardılar. İçlerinde kaç morarmış dudak.
Soruya cüret göstermeliyim. Bir posta güvercini yolluyorum baştan uca.
“Bozuk çıkıyor aldığım
güvercin”
Tüm yaşamı bir amaç uğruna harcamak gerek. Yani kendi başını insanlar için feda etmek gerek. Çünkü risk almalısın. Çünkü yaşamalısın. Kendine bir soru sormalısın. Soruyu her yere altından, gümüşten, kehribardan, acıdan, umuttan, zıkkımdan, hiçten harflerle yazmalısın.
“Bugün ölüm oruçlarının kaçıncı günü?”
Ne zamandır açız sayamaz oldum. Oruçlu muyuz yoksa mecburi açlığımıza çiçekler mi ekiyoruz belli değil. Sanıyorum bu hâl mezarların üzerindeki çiçeklere benziyor.
ReplyDeleteBilmenin kumarda kaybetmeye benzediğini düşünüyorum. Israrla ve hırsla istemek, aldıkça kaybetmek.
Bilmemek gerek ölümü, o zaman intihar daha huzurlu gelecektir. Fakat bizler şüphe ve de ölümleriyle zihninde devirdaim gibi düşünenlerdeniz.
Yeni yollar bulur, kayboluruz.
Çorak yol, paradokslarıımız ve sancılarımızla dikenlerle süsleriz yolumuzu, gülümseyelim bazı dikenlerin meyvesi vardır.
Saygılarımla