Kadın Demokrasi
Demokrasi
Bildiğimiz her şeyi unutup, biat
edeceğiz yazdıklarıma. Bu yazı ekran başına geçip yazdığım en zor yazı olacak.
Konumuz demokrasi, başlıyoruz.
Konunun demokrasi olması öncelikle bunun
bir kültür haline gelmediği toplumlumuz için mücadelenin ne kadar yanlış
olduğunu dün akşam saatlerinde anlamış olduk. Mesele sadece temsil edilmekti, temsil
ise halkın saf iradesinin bir neticesiydi. Demokrasi canlanması mümkün olmayan
bir ceset gibi sebebini ceset kokusunu takip ederek ve dili kullanma yetisine
sığınılarak anlatılacaktır.
Kadın Demokrasi
Amacımız,
İlham alanlara
savaş ve insani bir yaşam için aklın zengin denizinde yüzmekle temaşa etmek. Sığınak
olarak gördüğümüz demokrasinin içine kattığımı faraza hayalcilikten uzak durmalıyız.
Kadın hakkında konuşmak zor. Çünkü
kendini her bakımdan ikiye ayırmış kadın varoluş sancıları yaşıyor toplumun
içinde. Varoluşunu kendisi üzerinden duyguları üzerinden tanımayan, yalancı
toplum onu kehanete mecbur bırakıyor. Bir kadının varlığı annelik, güzelli gibi
aslında kadınlığın kendisiyle ilişik olmayan kavramlarla tanınıyor. Kadınlar
yaşlandıkça toplumun ait oldukları statüyü reddetmesiyle karşılaşıyorlar.
Hayatları boyunca kadını birey olarak tanımayan bir toplum içinde bireyselleşmeye
çalışan kadınlar adına bir manifesttir, bu toplumun içinde kendini var etmeyi
başarmış her kadın.
Sosyal medya, mistik bir bulut
oluşturdu halkın üzerinde. Sosyal medyadaki hayali demokrasimiz bizim toplumdan
bağımsız gerçekliği olmayan suni bir Türkiye’ye inanmamıza sebep oldu. Biz sandık
ki kadınlar eskisinden daha özgür, ancak kadın kendi varlığını yaratmak için varoluşsal
sancılar çekmeye devam ediyordu. Yetkin kadın, cesur kadın toplumun en hazmedemediği
demografik yapı olmuştu. Bu rüyadan uyanmak için aslında toplumdan uzaklaşmak, öznel
hikayelerden dinlemek gerek. Toplum bir arada olduğu sürece popülist söylemlere
gizlenecektir. Kadına şiddet için tweet atan adamlar, evde bambaşka bir insana
dönüşebilir. Kadınla ilgili kurulan bağı sadece erkekle, erkekle olan toplumsal
ilişkilerde okumak en büyük hata aslında.
Benim yaptığım kadını, toplumun bütünüyle
ilişkilendirerek okumaya çalışmak. Annenin, gelecek anneler üzerine kurduğu
hayali baskının kadının kendi ile olan ilişkisini ne kadar zorladığını tahmin
etmek güç değil.
Gelelim kadının demokrasi adımını,
kadınların çoğunun cahil bırakıldığı, özellikle cahil kaldığı değil bırakıldığı
demek istedim. Kadınlar, ülkemizde hala daha yüksek bir oranla devam eden cahil
bırakılmanın içinde yaşıyorlar. Biz çocukken “baba beni okula gönder” kampanyasını
her yerde şahit olurduk. Kadınların okullaşma oranı yükseldi ama kadınlara özel
imam hatip ve kız liseleri yoluyla bunu yapmanın neye sebep olduğunu daha iyi
anlamak gerekiyor. Karma eğitimin neden gerekli olduğu yazının konusu değil
elbette, ancak bunun aslında demokrasiyle ilişkisini ele almak gerek. Kadın,
kendini toplumdan ayrı hissettiği ne yaparsa yapsın onun bir parçası olamayacağını
düşündüğü alanlarda kendini var etmek için toplumun kabul gören normlarına
hızlıca soyunabiliyor. Annelik bunun en önemli unsuru. Evlilik içinde giden
huzursuz ve geçimsiz ilişkilerden kadının kendini varoluşsal sancılarından
doğan bir form haline getirdiği yapılar görmek güç olmuyor. Kadının varoluş
amacını anne olmak olarak gören zihniyet, yönetim toplumun bunun dışında kalmaya
gücü yetmeyen tüm sosyokültürel yapılarında aynı tabloları, mutsuz evlilikleri
ve mutsuz ve huzursuz bir yapıyı beraberinde getiriyor.
Buraya kadar anlattıklarıma bir itirazı
olabileceğini sandığım kadınlardan, şahit olduklarım adına özür dilerim. Beni
bu düşüncelere sürükleyen kendi huzursuzluğunun nedenini bilmeyen kadınlar
oldu. Şahit olduğum bu huzursuzluğun politikaya nasıl etki ettiğini ise kadın demokrasi
kavramıyla anlatmak gerekiyor.
Türkiye’nin bence en büyük sorunlarından
biri kolektif çalışmanın içinde kadının yerinin olmaması. Kadınların istihdam
oranın düşük olduğunu zaten rakamsal olarak söylemek kolay, ancak bunun yanında
çalışan kadınlar da yapılan işlerin özellikle sosyoekonomik olarak daha düşük basamaklarında
yer alıyor. Kadın, toplumun yaratıcısıdır. Bir çocuğu sadece var eden değil onu
dizayn eden kişidir. Bununla beraber kadının çocukla karşılaştığı anda
yapamadığı her şeyi başarmak zorunda olan taze bir hayat olarak görmesi de
sıkça rastlanan bir durum. Bizim kadın algımızın, kadınları koruyoruz dediğimiz
davranışların kadınları korumadığının en büyük göstergesi de bu aslında. Biz
kadınları korumak üzerinden bir çaba içindeyiz. Kadınların özgürlüğüne pranga vururken
bunun adına koruma diyoruz. Sıkça rastlanan “Kadını kimden koruyor bu erkekler?”
sorusu yersiz bir soru değildir. Kadın varoluşun içinden çıkılmaz çilesiyle baş
etmek, bunu yalnız başına yapmak zorunda kalıyor.
Demokrasi bir temsiliyettir. Biz sanıyoruz
ki her birey kendi oy verdiği için o oy onun kendi görüşünün bir yansımasıdır.
Ancak burada otorite sorunsalı her zaman istenerek yadsınır. Sanal otorite olan
aile aslında kadını bir toplumsal yapının içinde mecbur bırakır. Sonuç, baba
düşünür kadın istemsizce babanın düşüncesinin kütle çekimine kapılır. Çünkü
toplum kadını düşünmek zorunda kalmayacağı bir alanda sırça fanusa hapsetmiştir.
Bu kadınlar adına bir genelleme değil tabii ki ancak kadının konulmaya
çalışıldığı, bu korumacı yapının dışına çıkan kadınlarımız Atatürk’ün büyük
vizyonunun eserleridir. Cumhuriyet kadınları bana Televizyonun ilk yıllarında
gördüğümüz 32. Gün belgesellerinde görebileceğimiz elit değil, güçlü kadın motifi.
Kadının başlık parası ile bir meta olarak tanındığı bir toplumdan Atatürk’ün var
ettiği Cumhuriyet kadınına. Ben kimilerinin aksine bu Cumhuriyet kadını elitist
anlamda okumuyorum. Ben Atatürk’ün toplumu yaratanın asil gücün kadın olduğunu
ve her şeyden önce kadının toplumun bir parçası haline gelmesi gerektiği düşüncesine
hayran kaldım. Günümüzde din akımlarıyla kadını koruyoruz gibi içi boş bir
bulutun altında kadına güçsüz bir etiket vermeye çalışanlar Atatürk’ü hiç
anlamamış olanlardır. Atatürk’ün hayal ettiği toplumdan bu kadar uzaklaşmamızın
nedenini toplumdaki kadın algısına bağlamak uçuk bir ilişki kurmak olacak ancak
son 30 senenin yaratıcı olan kadınlara baktığımızda bunun pek de mantıksız
olmadığını anlayabilirsiniz. Psikolojik olarak bakıldığında baba ve anne çocuk için
aynı rolü üstlenmiyor. Ancak Jung’un yutan anne motifini Türkiye’nin her binasında
bulabilirsiniz. Annenin kadını unutturan bir şey olmadığını anlatmak
zorundayız.
Bugün yazdıklarım, kadınlar için; kadınlara rağmen Atatürk
çizgisidir. Demokrasinin en büyük gücü, Cumhuriyetin en önemli paydası olan kadının aslında toplumun mecbur
bırakılmışlıklarını yaşıyor olması doğduğum günden beri beni huzursuz ediyor.
Ben 14 çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu olan babamın
evladı olarak, çok geniş bir ev içinde onlarca kadınla büyüdüm. Etrafımda gördüğüm
kadınlardan aslında beni var eden kadınların kendilerine yaptıkları eziyetlere
şahit oldum. Büyüyüp okudukça geçmişte gördüklerime anlam verebilmeye başladım.
Ülkemizdeki demokrasi kadınların özgürlüğü neticesinde
okunmalı, birinin düşüncelerin bir ağırlığı olmamalı toplumda. Babanın görüşü
tüm kadınları, etrafında gezegenler misali döndürmemeli. Kadını korumak toplum uğraşmak
yerine, kadının korumaya gerek duymadığı bir toplum yaratmakla uğraştığımız Cumhuriyetin
tüm güzelliklerinin var olduğu bir Türkiye hayalim var. Mümkün.
“Sevgili,ana,kardeş,karı... Mademki
onlarsız yaşayamıyoruz, mademki herkes kendi gönlüne göre eş arıyor, kadın
şöyle olmalı, böyle olmalı lafını bırakın.”
-Tatarcık, Halide Edib Adıvar
Comments
Post a Comment