Mülkiyet Nedir?
Mülkiyet Nedir?
Bir başkasının sahip olma özgürlüğünü doğuran ve beni sahip olma arzusuyla dolup taşıran aynı güneş; mülkiyet. Burada mülkiyetin, güneş tasviri onun insanlık için yegane koşul olarak kabul görmesinden ileri geliyor. Mülkiyetin hırsızlık olduğunu kanıtlama çabaları tarihin arka sayfalarında okunmayan satırların arasında güneşsiz mağaralarda mahsur kalmış. Peki o halde mülkiyet nedir? İnsanların genel kabulu üzerine mülkiyet ya da özel mülkiyet bir kişinin tasarruf etmediği halde bir metanın sahipliğini iddia etmesi olarak anlaşılabilir. Bu tanımın genel tanımlardan daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü mülkiyetin yakıcı yanı bir başkası için elzem ola n bir metanın bir arzu nesnesi olarak artık değer yaratma çabasından dolayı gasp edilmesi. Bir insanın yaşamını sağlamak için ihtiyaç duyduğu barınma alanı, sahip olduğundan fazla olabilir; ancak bunun yansıması olarak yüzbinlerce kişi evsiz kalacak dediğimizde buradaki sorgulama şekil değiştirir. Bunun bir başka boyutu olarak mülkiyetin birinin sahip olma hakkını elinden almasının yansıması olarak bir nesnenin raici bir kira bedeli ki bu kiralama işlemi metanın kendine aitliğini yaratan kısmen “Mal sahibi, mülk sahibi hani bunun ilk sahibi?” deyişinde olduğu gibi. Bir toprak sahipliğinin temelde bir sahiplenme ilk ben buldum ve burayı insanlıktan gasp ettim demenin bir şekli. Uzun bir diyalog halinde bir nesneyle sahiplik ilişkisi kurmaya alıştığımız, herhangi bir suçluluk duymadan sahip olmaya bunun karşılığında ödediğimiz paranın karşılığını da yani meşruiyetini sağladığı devleti yaratma sebebimize denk geliyor. Devletin temel görevlerinden biri de burası benim deme hakkını bana verecek ve bunu koruyacak bir kurum olması. Tabii ki bu her kişinin işine gelecektir. Ancak bu işe gelme, insanların içinde oldukları durumlara bir anlam verme çabasıyla nefret ettikleri ya da hayatlarının tezahür etmesini istememelerinden ileri geliyor. Herkes sahip olmak ister.
Genel olarak kabul görmüş bu diyalog, herkes sahip olma arzusunu edinirden daha sahte geliyor. İnsanlar bir metaya sahip olmak mı onu paylaşmak mı arzusundadırlar? Bir oyunu bile bir başka insanla paylaşma arzusunda olan insanın temel içgüdüsünün metaların gasp edilmesinden kaynaklı kaynak gerilimi neticesinde kıskançlaştığı düşüncesindeyim. Peki yeterli kaynak var mı?
Bu kaynak meselesi, aslında cevap verilmesi çok basit bir soru;
Örneklemimizi şimdiki halimizden kuracak olursak görülecek en açık şey metanın değeri ve paranın miktarı arasındaki muazzam çelişki. Diyelim ki 400 milyar dolar servetiniz var; Kağıt üstünde bir ülkede bulunan tüm metalarını satın alabileceğiniz bir örneklem olarak kabul edilebilir. Ancak kağıt üzerinde yaptığınız bu işlem daha paranızı harcamaya başladığınız ilk anda bu paranın harcanamaz olduğunu anlamanıza sebep olacak. Bir ülkedeki tüm gıda ürünlerini satın almak gibi abes bir iş yapmaya çalışırsanız; paranızın hiçbir zaman yetmeyeceği bir durumla karşılaşırsınız. Mevcut sistemin arz-talep üzerine kurulu olması; miktarın azalması; buna bağlı olarak tüketimi agresif bir hale getirecektir. Benim burada gördüğüm en temel sorun, mülkiyetin temel bir inanç topluluğundan kaynaklanması. Bir metanın size ait olduğunu olabildiğince farklı insana tek tek kabul ettirmek yerine, bunu herkesin ortak inancı olan, devlete bağlamak daha kolaydır. Devletin var olmasının temel görevi olan mülkiyet insanları, tüketebileceğinden, ihtiyaç duyduğundan çok daha fazlasını gasp etme arzusuyla doldurduğu için tehlikelidir.
Tehlikenin temelinde duran problemlerin biri de mirasın çocuklar arasında eşit bölünmesi ve buna bağlı olarak mal birikmesi sorunsalıdır.
“Qu’est-ce que la propriete? Mülkiyet nedir?” adlı eserinde Proudhon < ”Mülkiyet hırsızlıktır.” ya da “Mülkiyet olanaksızdır.” > diyordu. Bunu açık bir ispat girişiminde bulunduğu kitapta mirasın da doğuştan gelen bir hırsızlık olduğunu belirtmişti. İnsanlar “Toprakları kullanmak zorundadır.” doğru söz budur ancak birinin o kullanmanın zorunlu olduğu ve dünyaya ait topraklar üzerinde doğuştan gelen doğal bir hak olarak gördüğü sahipliği ona ait olduğu bu topraklardan çok daha zalim bir sistem yaratır.
Diyelim ki ;
“Topraklar satışa çıkmış olsunlar...”
Niçin satışa çıkmış olsunlar? Bunları satmağa kimin hakkı vardır? Günümüzden bakıldığında oldukça anlamsız duran doğal ahlak sonucu gibi görünen bu satış işleminin ahlaki bir sorgulama yolunda büyük bir kaya olduğunu belirtmek de ziyadesiyle önemlidir.
<”Açıkgöz bir adam bir toprak parçası, söz gelimi, geniş bir bataklık satın alsın: kamu kendi hükümetinin aracılıklarıyla tam karşılığını aldığına, satıştan önce olduğu gibi satıştan sonra da zengin olduğuna göre, bu işte hiçbir zaman gasp olmayacak.”>
Buradaki alayı anlamış olduğunuzu düşünüyorum. Çünkü daha beriki aşamada bir kişinin bir malı devr etme yetkisini ona sağlayan mülkiyetin kendisiyle kavgaya tutuşmuşluğumuzdan, bu görev ahlakı da kusurlu bir sonuç verecektir.
Bundan 50 sene önce Türkiye’nin doğu köylerindeki ağalık sistemi de mülkiyetin günümüz sistemindeki ağır bir eleştirisidir. Ağalar sadece köyün içinde bulunduğu toprağa, araziye ve evlere değil; köylülerin kendisinin de sahibi sayılırdı. Bu hukuki olarak mevcut sistemin sorunsalını çok net göstermektedir. Peki bunun günümüz yansıması nedir? Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra özgürlüğümüzü elimize alabildik mi?
Burada asıl sorunsal sürekli olarak ülkenin yarı nüfusunun diğer yarı nüfusa barınma için emeğinin büyük bir bölümünü ödemek zorunda olması. Buradaki sorun kapital bir sorun olduğu gibi temelinde mülkiyetin varlığının olduğu bir sorundur. Mülk sahibi olma ve bunun beraberinde bunu miras bırakma insanlar arasında kırılmaz bir eşitliksizlik yaratır. Günümüz verileri bunu daha iyi göstermektedir ki evsiz, ev sahibi olmayan nüfus azalmayacak ve durmaz bir şekilde artacaktır.
Son olarak mülkiyetin emeğin karşılığı olarak görülmesi üzerine, düşünme şekliniz ne olursa olsun birinin çalışıp sahip olma hakkını savunacaksınızdır. Birinin sahip olma hakkını savunma sebebiniz de kendi sahip olma hakkınıza duyduğunuz şehvetin bir yansıması olacaktır. Bugün bilinen bir gerçek de bu hakkın sizin doğal hakkınız olmadığını söyleyen her şeye karşı düşmanlaştırıcı bir politikadır. Doğuştan gelen ve kimsenin izin almadığı çocuklar arasındaki adaletsizlik ve bunun yansıması olarak da sınıflara ayrılan toplum insanların doğrudan kölelik bilinci kazanmasına yarar. Okulun temel amacı da bu sınıfsal toplum normları içinde seni doğru yere koymaktır. Eğer zengin bir ailenin çocuğuysan okul, seni yüksek sınıfın devamı olarak görecek ve sınavları geçeceğin şifreli kutsal sözleri kulağına fısıldayacaktır. Oysa gerçek yaratıcılık ve yetenek; hiçbir sistemde ödüllendirmenin bir parçası olmayacaktır. Dünyanın en güzel şiirlerini yazman edebiyatçıların adını ezbere bilmen kadar değer görmeyecektir. Bunun farkına vardığında bu sorunların temelinde yatan Mülkiyet tanımı olduğunu anladığında; insanların sürekli başarılarından bahsettiği bir toplumda çoğunluğun doğru bulduğu garabet güzellemelerinden de sıkıldığı hissediyorsun. Yazmak için bir kalem bulup; yazar olmak istersen de sana öncelikle yine hiçbir anlamı olmayan o kutsal sözleri ezberlemen için bir yol gösterecekler. Bağımsız bir kuruluş tarafından ayarlandığı söylenen sınavlar daha büyük bir sistem ayrışması ve herkesin emin olduğu bir yaklaşımlar silsilesi anlamına gelir. Bugün olduğu konum; genelde mühendislerin düştüğü bir hata olarak ailelerinden çok daha iyi yaşadığını sanan orta sınıfın hayatı boyunca sahip olamayacakları evlerin kiracısı olmaları da bundan dolayıdır. Patronlar; verdikleri maaşın büyük bir kısmını yine kendilenin olan evlerden aldıkları kira bedeliyle geri alırlar. Burada kapitalistin özellikle mülkiyet üzerine kurduğu hanedanlığı devlet tarafından mutlak bir koruma altındadır. Bunun karşılığı olarak da devletin asli görevi, mülkiyeti onun karşılığı olan kapitalisti korumak olur.
Şekil itibariyle Mülkiyet hırsızlıktır. İnsanı hem bir korumaya mecbur bıraktığı hem de elde etme arzusuyla hırs damarlarını kanattığı için Mülkiyet temel kanunsuzluktur. Üzerinde kurulu olan, yasa da bundan dolayı anlamsızdır.
Comments
Post a Comment