Üst Üste Taşlar

 


Üst Üste Taşlar

            Dünden bize kalan bir miras, üstümüzdeki taşlar. Newton’un birinci yasası gereğince bir nesne üzerine etkiyen net kuvvet sıfırsa o cisim ivmelenmez. Atalarımızdan bize miras kalan da değişmeyen yahut sonuna kadar değişime direnen konumlarımız. İnsanlar taşlar misali üst üste kurulmuş, toplumun kademelerini temsil eden basamaklarda yaşamaktalar. Her bir kat bir alttakine acırken üstlere imrenerek bakar. Aslında herkes içten içe bu katlardan yukarı çıkmanın ne kadar imkansız olduğunun farkındadır. Yapması gereken nedir? Mahkum olduğu bu hayatta alttakilere acırken, kendi sınıfından rahatsızlığını ve isyanını dile getirirken içten içe kimse taşların devrilmesini istemez. Tüm bu huzursuz kuvvetleri bir arada tutan denge kuvvetiyse, umuttur.

            Umut benim tanıştığım ilk andan beri sevmediğim bir kavramdır. Çünkü umut etmek bir şeyin olmasını tutkuyla istemek değil, o şeyin olabileceğine tutkuyla inanmaktır. Herkes başarılı olacağını umar. Aslında buradaki başarı değişkendir. Alttaki taşlar kirasını rahat ödemeyi umarken, yukardakiler sene sonundaki karlarıyla bir yazlık bir ev daha alabilme umudunu taşırlar. Kimse sistemden memnuniyetsizlik duymaz. Çünkü yıl sonunda kim ne şekilde yaşıyor olursa olsun bir önceki seneden daha iyi durumdadır. Bu gelişim, insanlara umut fidanlarını sulayabilecekleri bir güdü kazandırır. Herkes kazandıklarının biriktiğini görüp daha büyük bir umutla işlerine bağlanırlar. Sonuç ne olur?

            Burada insanın bu sistemin dışından müdahale olmadıkça sistemle ilgili bir fikirleri yoktur. “Neden buradayım?” Bu soru çok tehlikelidir. Çünkü sorulduğu an denge bozulur. Dengenin bozulması sistem entropisini de bozacak dış kuvvetler yaratılmasına sebep olur. Ekonomik krizleri oluşturan da budur. Sistem krizi dengeleyici yeni umutlar yaratmak için filmler yapmak zorundadır. Reklamlarda hep en kusursuzu görmek mümkün, sen de böyle olabilirsin demek kolaydır. Gelelim "küresel sermaye"yi bile kullanarak en göz önünde olanı görmeyecekleri tezini çalıştırırlar. Gücü nerede bulduğunu bilmeyen birileri gücü kazanmıştır. En büyük yalan, emektir. Emeği kimin nasıl değerlendirdiği ise bir oyuncakla oynamak gibidir. Giriştiği işlerin hep en değerli ve en zor iş olduğunu savunur insan. En zor iş akademisyen olmak, yok en zoru doktorluk, ya en zoru şirket yönetmek, vb. Peki bunların sonucu nedir?

            Hangisinin haklı olduğunu anlamak için bir teraziye ihtiyaç vardır. Evet herkes farkında. Sonuç, bu terazi günümüzde paradır. Kim daha çok para kazandırırsa en çok parayı o alır. Uzun vadeli kazançlar da çoğunlukla geriye dönük bir enflasyonla hesaplanır.  Bu da uzun vadede çok kazandıran emeklerinde değersiz hale gelmesine sebep olur. İkinci koşulda işin zorluğundan bağımsız olarak arz ve talep. Beş kişilik bir iş var ama bu işi yapacak tek kişi varsa onun emeği beş kişinin emeğinin toplamı kadar olacaktır. Tabii ki sistem uyanık olduğu için toplu alımlarda indirim sağlamaktan da çekinmez. Beş kişinin işini yapacak bir kişi kampanyasından üç kişilik emek ödemesiyle yırtmayı başarır.

            Hayallerini suçlayın. En büyük düşmanlarınız bu hayaller. Günün sonunda kurulan binlerce hayalin içinde birinin gerçek olduğuna sevinmek için kaç gerçeği kaçırdınız kim bilir. Kaç kere umutlarınızı yeni umutlarla tazelemek için psikolojinizi taşıdınız kendi kendinize.

            Benim büyük hayallerim yok. Şu an hayallerimi yaşıyorum. Bunu okuyan sen, senin bu satırları okuman benim mutluluğum. Aslında anlamanı bile beklemiyorum. Saçmaladığımı bile düşünebilirsin. Benimle savaşabilir beni sarsabilirsin. Ben bir karahindibayım. Beni sarstıkça yayılacağım. Sen beni yendiğinde ben kazanacağım.

Yorumlar

  1. Yine çok güzel bir yazı, bayıldım..! Kalemine sağlık 🌷

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar