Defterimden Sayfalar




Adım atan adam

    Uçuşan zümrütten kuşun kanadından indi adam. Kimsenin görmediği renklerde bir adam. Adamı tanıyanlar var. Kendilerini deli sanıyorlar. Adım atan adam, kışın ayda adım atar halde görünüyor insanlara. Bazı insanlar, onu görenler arasında habersizler neden adım attığından sadece onu izliyorlar ayın görünmekte olduğu gecelerde. Bir hikâye haline gelmiş bu adam, toplum deli dediği kişilerce. Hikayesinde adam, amaçsızca ayı adımlamakta ve sadece gök, kuşak kuşak renklendiğinde aya kadar uçabilen zümrütten kuşun kanadında kuşakların her birinden altın kaşeli bir cennete iniyor.

Size daha yakından tanıtmak istiyorum bu adamı. Gözlerinizi kapatıp bir koku aldığınızı ve göz kapaklarının siyah perdesine bir anımsama projeckte olduğunu düşünün. Adım atan adamı görmenin yolu da gözlerini kapatmaktan geçer. Gözlerin arkasından en derininden bir ışık yansır, görünür olur görünmeyen. 

Şarkı söyler misiniz?

On gün önce şarkı söyledim. Söylediğim şarkıyı hatırlıyorum. Melodisini, gitarı çalarken elimin havada nasıl hareket ettiğini anımsıyorum. Gözlerimi kapattığım anda on gün önce çaldığım o şarkının notalarını zihnimde duyuyorum. Sözlerini anımsamıyorum. Sözleri çiçekleri koparıyordu. Dünyada bir tane bile çiçek olmasaydı ya da bir tane bile arı bir çiçeğe konmasaydı şarkı olurdu. Şarkı bir arının sesinden ilham almıştı. Öfkeliydim. İnsana olan öfkemi sözlerle anlatmak için yazmıştım. Sözler zihnimde buharlaştı. Soğuk bir cisme yapışıp kaldı.

 Uçan kuşlar, güzel kuşlar

Sofradan her zaman en erken ben kalkarım. Seslerini duymamak için ölü bedenlerin. Benim dışımda herkesin cesetlerini ısırdığını hissederim. Çok mu çizgi film seyrediyorum? Sanki etrafımdaki tek cansız benmişim gibi. Gerçek olmadığını bildiğim şeyler gerçek olsun istiyorum. Bir sonraki yaşamım olsun ve ben bir ağaç olayım. Çocukların dallarına salıncak kurduğu bir vişne ağacı mesela. Yaz geldiğinde çiçeklerim tüm renklerin taptığı ihtişamıyla doldursun dalları. Meyvelerimi kulaklarına küpe yapsın çocuklar. Ben sadece bir ağaç olmak istiyorum. Belki de insan olmaktan sıkıldım. Bu sıkıntı bir bıkkınlık hissi değil. Sürekli bir şeylerden sorumlu olmak, sonsuza dek üretmek ve ürettiği sürece bir insanın değerli olması midemi bulandırmaya başladı. Hayat başlamadan mide bulandırıcı bir hal aldı. İnanır mısın? Ben eskiden düşünmedim ne olmak istediğimi her zaman sadece fizikçi olmak istedim. Hayatımda yapmak istediğim tek şey entelektüel o sohbetlerini anımsadığım aile ortamının sonsuza dek sürmesiydi. Aile toplanır ve bazen onlarca saat sadece düşünceler üzerine konuşulurdu. Bu konuşmalar din ve ilahiyat olduğu gibi ahlak ve etiği de çevrelerdi. O zamanlar hiç okumamış insanlara yukardan bakmayı öğrenmemiştim. O zamanlar sosyal medya yoktu. O zamanlar insanlar popüler olmaya çabalamazdı. Tabii ki dünya değişti insanlar inanmaktan uzaklaştıkça daha çok inandılar. Kimse inanmadan yapamadı. Kimse bir inanca ihanet ederim korkusunun ne demek olduğunu bilmeden yatağına giremedi. Yeni inançlar eski inançlardan daha değersiz. Eskinin inançları mutlak bir tanrı hakkındayken şimdi, kaynağı bile olmayan şeylere inanıyor insanlar. İlahiyat, dinlerin felsefesini konu aldığı gibi, dinin anlamlanmasını da sağlayan bir kurumken ilahiyat insanlaştı. Din, tanrıyla ilgiliyken insanla ilgili hale geldi. Bu dönüşümüyse kimse takip edemedi. Bizlerin inançlardan uzaklaştığını bile fark etmediler. Sanki bir güneş battı dağın ardından ve karanlık inançsızlığı getirdi. Belki de biz kör olduk.


Kuşlar ötsün daha çok ötsün

Hayatımda sadece bir kere kuş vurdum. Ama ölmedi. Ölmediği için ağladım. Ama daha taş çıkar çıkmaz başaramamak istedim. Başaramadım diye ağladım. Elimdeki sapan, bir taşı fırlatmaya yarayan bir alet olmaktan çıkıp silah oldu. Öldürmeye gücü yeten her şey gözümde silahlaştı. Ben silahlardan nefret ettim. O kuş yaralı haliyle havada süzülürken o zamana kadar attığım taşların başarısız olduğu için denemeye devam ettiğimi anladım. Bir kuş buldum vurulmuş yerde. Elime aldım cesedini. Kim vurdu bu kuşu? Hangi kendini admış zenci. O kuşa bir mezar yaptım. Mezara bir isim verdim. Her mezar gibi adı olmalıydı. Çocukken mezarlardaki isimlerin mezarın sahibinin olduğunu sanırdım. Sanki mezarlar satılık ilanı gibiydi. Okuma yazma bilmediğimden yazılara anlam uydururdum. Daha konuşmaya başlamadan mezarlarla tanıştım. Keşke hiç mezar görmeseydim hayatımda. Aradan yıllar geçecek o kuşun mezarını beyaz bir kedi için hüngür hüngür ağlarken anımsayacaktım.


Beyaz kediler

Adını aradığım bir kedi vardı sokakta bulduğum gibi alıp eve götürmüştüm. Anneme yalvardığımı anımsıyorum. Süt işini nasıl izlediğimi onu bağrıma basarak nasıl sevdiğimi. Annem sen onu annesine götür dedi. Ben de çaresizce bulduğum yere götürdüm yavruyu. Ertesi gün aynı yerde cesediyle yüzleştim. Hiç kıpırdamadan sanki bıraktığım gibi ölmüş cesedi, tüylerinden olmuştu. Ben de onunla ağladım. Kuş vurmadım ki diye kızdım tanrıya, vallahi dedim. Vurdum, vurdum da ölmedi.


Atanamayan oyuncak ayı

Çocukluğumda oyuncak ayıları hiç sevmezdim. Zaten sevdiğim şeyleri de pek anımsamıyorum. Belki de insan olduğumu anlamamıştım ve tüm oyuncakları saçma buluyordum. Ancak çocukluğumda anımsadığım tek şey üç çocuklu ailenin içinde yapmam gereken en temel şeyin sahip olmak olduğuydu. Ben sahip olmaya mecbur bir ailede büyüdüm. Ya sahip olmalıydım ya da yok olmalıydım. Kim bilir bu sebepten az sayıda oyuncağımı nereye gidersem gideyim yanımda taşırdım. Sahip olduğum oyuncaklar, arabalar ve her yere yapışan yapışkanlı adamdı. Kitapları o zaman sevmeye başlamıştım. İlk yıllarda kitapları kutsal bulurdum. Okuduğum ilk roman Pollyanna’ydı. Kitabı okurken tüm kötülükleri elinin tersiyle iten bu kıza âşık olmuştum. Sonra aynı yazarın İngilizce adı Just David olan Türkçeye ise Küçük Kemancı olarak geçen romanı okudum. Bu kitap ilkinden daha farklıydı. Daha sekiz yaşındaydım. Kitabı defalarca okudum sonra. Öyle etkilenmiştim ki o yolda onunla şehirden kaçtığımı sanırdım rüyalarımda. Çocukluğumu aydınlatan yazar da bir Türk oldu. Gülten Dayıoğlu çocukluğumu yazdı sözleriyle. Şimdi hala yaşam sevinciyle dolu olan o muazzam kalbini takip etmeye devam ettiğim sözleri vardı. Bitkilerin yaşadığını öğretti bana. Bitkilere dokunmayı, çocuk olmayı ve sevmeyi çok iyi öğretti. Gülten Dayıoğlu Cumhuriyet demek olacaktı ileriki yıllarda. Bir oyuncak ayımız vardı. Evin bir köşesinde durur kimseyi rahatsız etmeden yatağımda yattığım sırada beni gözlerdi. Bir oyuncak arı ben de ona bir hikâye yazmayı düşünmüştüm. Atanamayan oyuncak ayı olacaktı. Hiç yazmadım. Onun adı evin bir köşesinde atanamayan oyuncak ayı olarak kaldı.


Yorumlar

  1. Yazılarınız hepsi çok güzel ama ben “uçan kuşlar, güzel kuşlar” çok beğendim..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar