İşçiler

 


İşçiler

Şahit olduğunuz en kötü şey neydi? Bu soruyu okuyucuya bir hatıra anımsatmak için soruyorum. Bir insanı en mazlum hangi haliyle gördünüz? Muhtemelen birine karşı duyulan en yüksek acıma onun acı çekiyor olmasıyla ilgilidir. İnsanlar bunun fazlasıyla ilgilidir. En büyük eziyetin bir patron olduğunu özellikle de orta sınıf patronları olduğunu bilmez insanlar. Benim gördüğüm en acıklı sahne bir adamın her haliyle hayatın bir parçası olmadığı belli olan o adamın işçisine günde 12 saat çalışması gerektiğini, sabah 10 dakika geç geldiği için insanlar içinde rencide edişiydi. Bu tablo kimseye görünmedi. İnsanlar nerede olduklarına, çalışmalarına ayak diretmeden, emek. vermeyi anlamadan sistemin şanslıları olarak kazanmak isterler. Benim sistemin kendisiyle olan savaşım çalışma saatleri değil, insanca bir yaşam hiç değil. Ben hırsın kendisiyle kavgalıyım. Öyle hırs dolu gözlerle sömürmeye aç bir toplulukta, o adam daha çocukken mesela, hayali neydi diye sormak isterim? Birilerinin hayal kurmaya izni yok, birileri hayal kurabilsin diye. Elbette ki birileri bazı işleri yapacak. Benim kavgam emeği ayırmakta. Sırf değer para diye, değer görsün denilen meslekleri parayla böldük. Sanıyoruz ki bazı insanlar diğerlerinden daha fazla emek verdiği için oradalar. Hayır öyle değil. İnsanlar, bir listede yukarıdan aşağı sıralanıyorlar. Kimin kaçıncı sırada olacağı daha doğduğu andan itibaren belli. Kim nerede olacak? Sorunun cevabı ailesinin kütüğünden okunuyor zaten. Yanlış algı insanların adalet kavramının yokluğunu bu kadar erken tanımaları. Başka şansı olmayan insanlar ve şansını yaratanlar. Benim savaşım, insanların arasında tek düzeliği yaratmak da değil tabii ki. Ben insanlara anlamlı bir dünya olabileceğini anlatıyorum. Birisinin sizden çaldıklarıyla takındığı görgüsüz tavırdan rahatsız olmamalarını anlamıyorum aynı anda. Diyorum ki, emeğini verdiğin şeye de sahip olma hakkını sana ben versem mutlu olmaz mısın? Bunu kabul etmeyecek insan yok. Ancak kimse emeğinin karşılığını almak istemiyor zate. Herkes emeğinden fazlasını istiyor. Diyelim ki zihnimizin bir köşesinde bir canlının işgal ettiği bir alan olsun. Bu alanda yaşayan o canlıya hesap soramıyoruz. Sorgulamamız yok. Herkesin kazananı belli olan bir yarışta yola çıkma hakkı vardır diyoruz. Ama kazanmaya hakkı yok kimsenin. Kazanan ise çok öncesinden belli. Siyaset bu oyunun adını koyuyor. Partiler değişiyor, insanlar gidip geliyor. Her şey etrafımızdaki reklamlardan ibaret. Diyorum ki insanlara anlatacak bir şeyler versem, nasıl anlatırlar acaba? Yani bir öykü, bir hikaye verse mesela. Çok merak ettim sinirini duvara vuran, yapacak hiçbir şeyi olmadığı halde o sinirle yaşayan adama ne demeli mesela? Ben ona bir defter hediye etmek istedim. Keşke yazsa. Tüm işçiler uyanın ve yazın! Bunu bir yerlere slogan olarak asmalı. İşçi günlükleri olarak da kapitalistlere isyan aracı olarak da günlük olarak yayınlamalı. Ancak düşünüyorum da insanların okuduğu onca az şeyin arasına, bu keyif verici mastürbasyon öğesi olarak gelecek sözlerin ötesine geçmeyecek bu yazılanlar. Sanat filmleri de öyle değil mi mesela? Bir sanat filminden beklentisi ne insanların? Tüm hayatımı düşününce arkaplanına kısık sesli bir müzik eşlik ediyor olsa, sanat filmi olmaz mıydı? Bu hayatımın çok orijinal ve değerli gördüğümden değil. Olabildiğince sıradan olmasından kaynaklanıyor.

”Hayatımızın birçok ânında, kendi içinde bir önem taşımayan bir güç uğruna, bütün geleceğimizi seve seve feda edebiliriz.

Gücü elde etmeye çalışıyoruz. Ancak elde etmek istediğimiz bu güç ne? Bir erkek için istediği kadını elde edebilmek mi? Bir kadın için diğer kadınlardan çok daha fazla erkek tarafından. arzulanmak mı? Kapitalizm mi yarattı bu özgürlük adı altındaki cinsel pazarlığı. Bir kadın kendi bedenini olabildiğince satmalı. Cinsel obje haline gelmek hiç sorun değil. Aksi durum için yarattığımız yargıları, çıplaklık için kullanmıyoruz. Bir kadının kendi arzusuyla vücudunu örtmek isteyeceğine inanmıyoruz mesela. Ancak kendi bedenini para karşılığı satan bir kadını tamamen iradesi neticesi olduğunu söylüyoruz. iki yüzlüyüz. İnançlarla kavga ediyor, paraya tapıyoruz. Sokağa çıktığımızda ahlaksızlık sayılan her şey ahlak olsun istiyoruz. Ancak geçmişin ahlakı da ahlaksızlık sayılsın istiyoruz. Özgürlük istemiyoruz. Hepimiz tüm dünya bizlerden oluşsun istiyoruz. Bir karar vermenin sonucunu sadece bizim değil tüm dünyanın hissetmesi gerekiyor bize göre. Yeniyi anlamaya çalışmak değil eskiyle savaşmak istiyoruz. İşçilerin ve muhafazakarların kendilerini varlıklarını göstermelerini tahammülsüzlükle karşılıyoruz. Kendi kimliğini, sınıfını, yaşamını bulamamış insanlara okumayı da öğretmek isterdik. Mümkün değil.

Kimliğimizi sokak satıcılarına sattık biz. Kimliğimize bir isim vermek de zor değil zaten. Adımız, dinimiz, varlığımız ve bizler parayız. Ayakları olan paralardan ibaretiz. Birin gördüğümüzde, hemen ona bir etiket yapıştırıyoruz. Doğunun, fakirliğin, yoksunluğun ve çaresizliğin muzip bir vefası vardır ya artık İstanbul sokaklarında bulunamaz hale geldi. Düşündüğümde, ezilen cahil olan kim? Bilgisizlik kolay telafi edilebilecek, yeri hemen doldurulabilecek bir eksiklik. Oysa algılarıyla oynanmış, sorgulamadığı sanılanın aksine her yanı sorgusuz sualsiz kabul olan insanların dogmatik olarak yaftaladıkları insanlardan binlerce kez daha dogmatik olmaları nasıl çözülür? Bilgi ve bilgelik, insanın ulaşamayacağı bir yerde duruyor artık.

”Okumak, en yoğun yalnızlık anlarında kurulan verimli ve mucizevi bir iletişimdir.”

Keşfettiğiniz şeyler hakkındaki düşüncelerini bir kutuya koyun. Para mutluluk getirmez. Para mutluluğun kendisidir. Çünkü paranın içindeki kan, görünmez olsun diye farklı renklerde boyanmıştır. Oysa ne kadar kirli olduğu görünmez.

Yorumlar

Popüler Yayınlar